PSİKOTERAPİLER NE KADAR SÜRER?
Psikoterapi, bireyin duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının korunması ve geliştirilmesini amaçlayan teknikler bütünün genel adıdır.
Psikoterapiyi evin çatısı olarak, her bir katı ise psikoterapinin tekniklerinden biri olarak düşünebilirsiniz. Kişiden kişiye süresi değişen bu tedavi ve iyileşme sürecinin değişim faktörlerini inleyeceğiz.
İki ayrı insan düşünün. Farklı yerlerde doğmuş, büyümüş, farklı koşullarla baş etmiş.
Birinin çocukluk çağı travmatik deneyimleri ve sağlıksız baş etme yöntemleri var.
Diğerinin ise güzel bir çocukluğu olmuş ve sağlıklı denebilecek baş etme yöntemleri var.
Sizce bu iki kişinin de terapi süresi aynı mıdır?
Elbette değil. Terapi süresini etkileyen başlıca faktörlere bir göz atalım:
Terapi Süresini Etkileyen Faktörler
1. Baş Etme Stratejileri: Stresli bir durumla karşılaştığımızda hepimiz stresten kurtulmayı ve bir an önce sakin bir duruma geçmeyi isteriz. O an bu stresi azaltmak için neler yaptığınız baş etme stratejinizdir. Buna örnek verecek olursak, meditasyon, nefes egzersizi, gerçekçi telkin verme ve gevşeme hareketleri diyebiliriz.
2. Düşünce Tarzımız: Kimi insanlar için dünya karamsar ve hep olumsuzlukların olduğu bir yerdir. Her sorun onları bulur. Bu bir hayata bakış gözlüğüdür. Kimileri için bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalıdır. Onlar için griler söz konusu değildir. Bu da bir hayata bakış gözlüğüdür. Kimi insanlar içinse her şey kendileri ile ilgilidir.
Yapılan bir mimik, söylenen bir söz onlara söylenmiştir. Kendileriyle ilgili olmayan şeyleri bile üstlerine alınırlar. Bu da bir hayata bakış gözlüğüdür. Kimi insanlar içinde zihin okuma tarzı vardır. Biriyle konuşurken onların kendileri hakkında ne düşündüklerini tahmin eder ve bunu gerçekten öyleymiş gibi kabul ederler. Bunlar gibi birçok hayata bakış gözlüğü bulunmaktadır.
3. Savunma Mekanizmaları: Her birimiz stresli ve rahatsız edici olaylarla baş etmeye çalışırken birçok savunma mekanizmasından yararlanırız. Mesela bastırma dediğimiz mekanizma kaygılandığımız bir ortama girdiğimizde o an yaşadığımız kaygı duygusunu hissetmememize yardım eder. Ancak her şey gibi bu mekanizmalarda da aşırıya kaçmak psikolojik sağlıklılığımızı sekteye uğratır.
Örneğin sürekli öfkesini bastıran bir kişinin en küçük olayda öfke krizi geçirdiğini görürüz. Çünkü öfke duygusunu o kadar çok bastırmıştır ki yeni bir baskılama yapmaya çalışması şimdiye kadar var olan bütün öfkeleri içinde barındırır.
4. Geçmiş Travmatik Deneyimler: Travma dediğimizde herkesin aklı deprem, yangın, sel gibi doğal afetler gelmektedir. Ancak bunların dışında kişinin travma olarak adlandırdığı, ruhsal benlik yapısına zarar veren her şey travmadır.
Her travmanın süresi, şiddeti, maruz kalma aralığı travmanın şiddetini etkileyen faktörlerdendir. Özellikle çocukluk travmaları kişinin yetişkinlik hayatında oldukça büyük yer kaplamaktadır. Bunlar ihmal ve istismar olarak iki ayrı bölüme ayrılır. İhmaller, duygusal ihmal, fiziksel ihmal olarak, istismarlar ise duygusal istismar fiziksel istismar ve cinsel istismar olarak nitelendirilebilir. Çocuğun bunlara ne sıklıkla, ne kadar süreyle maruz kaldığı önemlidir.
Kısaca ele alacak olursak duygusal olarak ihmal edilen çocukların hiçbir duygusal ihtiyacı karşılanmaz. Anne babasının onları hiç anlamadıklarını söylerler.
Fiziksel ihmalde çocuğun birincil bakımı karşılanmamıştır. Yeme, barınma, giyinme gibi temel ihtiyaçlardan yoksun kalmıştır. Duygusal istismar edilen çocuk ise hep suçlu, hatalı gösterilmiş, aşağılanmış, yargılanmış ve yaptıklarının duygusunu regüle edememiştir. Fiziksel istismarda çocuk şiddet ve dayağa maruz kalmıştır. Cinsel istismarda ise çocuk bir başkası tarafından cinsel bir eyleme maruz kalmıştır. Tüm bu travmatik deneyimler ruhsal bütünlüğü sarsmaktadır ve kişide başka bir rahatsızlık durumu olan dissosiyasyona yol açabilmektedir.
5. Disosiyasyon: Benlik ve bilincin birbirinden ayrılması olarak tanımlanır. Genellikle çocukluk çağı travmalarında sıkça görülen bu savunma mekanizması aşırı kullanımdan dolayı psikolojik sağlıklılığımızı bozan bir durum olmuştur. Kişinin ne kadar çok disosiye olması o kadar sarsıldığı anlamına gelir diyebiliriz. Çünkü benlik ve bilincin birbirinden ayrılması hafif ya da orta stresten daha ağır durumlarda beynin kendini koruma biçimidir.
Bu durumlarda hatırlamada güçlük, hafızada boşluklar görülebilir. İki farklı disosiyasyon türü vardır. Biri derealizasyon diğeri de depersonalizasyondur. Bazen insanlar daha önce gittikleri bir ortam bile olsa sanki ilk defa gidiyormuş gibi, orası sanki gerçek değilmiş gibi hisseder. Hatta bazen eşyalara bile gerçek mi diye dokunma ihtiyacı içine girebilirler, bu bir derealizasyondur. Bazen de sanki kendi bedenimizden çıkıp dışarıdan izliyormuş hissine kapılabiliriz, bu da bir depersonalizasyondur. Bu deneyimlerin çocukluk çağında başlaması ve sık sık devam etmesi psikolojik sağlıklığımızı sekteye uğratan bir faktördür.
6. Rutinler: Kişinin hali hazırda var olan bir yaşam stili koruyucu bir durumdur. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanların yoğun ve bir şeylerle meşgul olması onları depresyondan koruyor. Yani ne kadar çok kendimiz için çabalar ve çalışırsak sağlıklı duruma o kadar çok yaklaşıyoruz.
7. Geçmiş Psikiyatrik Öykü: Daha önce bir psikolojik rahatsızlığınız varsa ve bunu ne kadar ötelediyseniz şu an çözümü de ötelediğimiz süreden bir hayli fazla olmakta. Fiziksel bir rahatsızlıkta erken müdahale hayat kurtarır diyorsak bu psikolojik rahatsızlıklar içinde bir o kadar geçerlidir.
Terapi süresini etkileyen faktörlerden bahsettik. Daha birçok madde sıralayabiliriz ancak en önemli 7 maddeye yukarıda yer verdik. Çoğu şimdiye kadar yaşanmış olan durumlar ve geçmişte kalan faktörler. Bu faktörler tabii ki seans süremizi uzatan ve kısaltan durumlar ancak geçmişle ilintili.
Eğer siz şimdi seansa başladıysanız da seans süremizi etkileyen birkaç durumdan bahsederek konuyu kapatacağım. Seanslara düzenli katılım, seans sonu egzersizlere önem vermek ve yapmak, kendinizi terapistinize rahatlıkla açmak önemlidir. Terapistle aranızda oluşan psikoterapötik bağ iyileşmeye en büyük katkı.
Güvendiğiniz, rahat olabildiğiniz bir terapistle çalışmanız önceliğiniz olmalı. Bunu yakaladıktan sonra ise terapilere birlikte karar verdiğiniz zaman aralığında katılım sağlamalısınız ki ilerlemeye devam edebilin. Son olarakta terapistinizle birlikte seans içinde karar verdiğiniz ev egzersizlerinizi bir sonraki seansa kadar uygulamalısınız.
Örneğin (haftada bir ise seans sıklığınız) haftada bir gün uzmanla yaptığınız bir saatlik bir konuşmanın tamamen hayatınızı değiştirmesi bir mucizedir. O yüzden terapi danışanında terapistinde aktif olması sonucu sonuç verir. Bir haftanın 168 saat olduğunu düşünürsek sizin sadece 1 saatini kendinize ayırmanızın rahatsız olduğunuz durumu değiştirmesi bir mucize olacaktır.
Genellikle seanslara ilk başlandığında sıkı bir takip yapabilmek için bir ay boyunca haftada bir danışanı seansa davet ederiz. Klinik tabloda değişim ve iyileşmeye göre bu süre ikinci aya geçildiğinde iki haftada bir, üçüncü ay üç haftada bir olarak ilerlemektedir. Bu ilerlemenin hızı ise yukarıda bahsettiğim maddeler ve şimdi ne yaptığınızla ilgilidir.
Elbette her rahatsızlığın seans süresi çok farklıdır. İnsanlar aynı rahatsızlıktan muzdarip bile olsa herkesin süreci farklı ve biriciktir. Kimi danışanlar ile 3 seansta bile etki görebilirken kimi danışanlar ile 10 seans sonu etki görmekteyiz.
Seans süresini etkileyen geçmiş faktörlere müdahale edemiyor bile olsak şimdiye müdahale edebilmek bizim elimizde.