Jacques Lacan’a göre; “İnsanın her talebi sevgiyedir.”
Çiftler çocukluk ve ergenlik yaşantısında ebeveynleriyle olan ilişkilerini hem flört, hem de evlilik döneminde göz ardı edebilmektedir. Genellikle evlilikte yaşanan içsel ve dışsal çatışmaların kaynağını hep içinde oldukları zamana göre düşünme eğiliminde olurlar. Yani çocukluk döneminden yetişkinliğe evrilen süreçte maruz kalınan ebeveyn tutumlarının ilişkilerimize olan etkisini hep yok sayma eğiliminde oluruz. Erken sayılabilecek yaşta yapılan evliliklerde çiftler birbirlerinin kişilik örüntülerini sonradan fark edebilir. Bu durum sürekli olarak Evlilik ve Aşk ilişkisini sorgulatır.
Sevebilmek için aynı zamanda sevilmiş olmak gerekir. Aşk kavramında asıl belirleyici olan şey ise ötekinin sevebilme potansiyali ile ilintilidir. Hepimizin ötekinde aradığı şey farklıdır. Aslında her kişilikte farklı bir nesne ararız. Aşık olduğumuzda ötekinde kendimizle ilgili narsisistik bir doyum aradığımızın farkında olmayız. Kendisi ile ilgili duygularını tam olarak tanımayan birisi de öteki ile tamamlanamaz ve tamamlandığını zanneder. Kendi arzusunun farkında olmayıp ötekinin arzusunu istediğini de evlilikle birlikte fark edebilir. Bu durum evliliğin aşkı öldürdüğü varsanısını bize hissettirmektedir.
İnsan hayatı eksik olduğu için hepimizin bir bütünlük duygusuna ihtiyacı vardır. İnsanın yetersizlik duygularını kapatabilmesi için öteki tarafından onaylanmaya ihtiyacı vardır. Bununla birlikte; Çiftler flört evresinde bir ideal, umut ve fantezi yaratır. Yaratılan bu fantezinin gerçekleşme umudu ve gerçekleşememe korkusuna aslında biz flört deriz. İlişkinin sürdürülebilir olması için de kuşku gerekir. İlişkiyi tanımlayıcı her söz aslında bu fanteziyi bitirmeye yönelik bir aksiyondur. Çiftler bunun farkındalığına ulaşamazlar.
Evlilik aslında aşkı öldürmez.
Evlilikte flört döneminde yaratılan bu fantezi tanımlanır ve heyecanın kaybolduğu hissedilir.